Ne karışık,
anlaşılmaz ve bir o kadar da berbat bir gün Allah'ım. Bir yandan sürekli
ayaklarımın etrafında dolaşan, dilini uzatarak sevgi bekleyen havlayışı ile Garip
’in sesi. Diğer yandan yan komşumuz Erdal Bey’in -ki biz onun adını Entel
Erdal takmıştık- oğlunun okul bandosu hevesiyle, evlerin kağıdı andıran
duvarlarının inceliğini fırsat bilip, borazanın sesini bütün binaya duyurma
telaşı. Öte yandan da günlerdir ağrıyan kaval kemiğimin zonklama sesi arasında
çıldırma safhasındaki, ben!...
Garip’ten kısa
bir süre kurtulup hava almak umudu ile pencereye yaklaşıyorum. Geceye eşlik
eden soğuk havanın boğazımdan içeri yakarcasına girdiğini hissediyorum. Olsun
olsun! şu an buna öyle öyle ihtiyacım var ki diyorum ve daha çok çekiyorum
içime…
Garip yine
peşimde, günlerdir de ilgilenemedim onunla. "Gel bakalım şöyle kucağıma." deyip
sevmeye başladığım anda kapının zil sesi ile irkiliyorum. Sanki eli zilde
basılı kalmışçasına sürekli çalıyor. Garip’le birlikte pencereyi bırakıp
kapıya koşuyoruz. Açar açmaz bir de ne göreyim üst katta oturan arada bir
merdivenlerde karşılaşıp selamlaştığımız adam belinde havlu, başında köpüklerle
karşımızda duruyor!... Garip şöyle bir adama bakıp sonra başını kollarımın
arasına sokuyor, tahmin ederim ki gülüyor.
"Kusura bakmayın, böyle görünce lütfen yanlış anlamayın,
duştaydım birden sular kesildi, sizde akıyor mu acaba diye sormaya geldim."
Allah'ım! Ne
düşüneceğimi bilemiyorum. Bizde su akıyorsa ne olacak ki! Girip duş almaya
devam mı edecek? Ya da suların akıp akmadığını öğrenmeye bu halde mi gelinir?
Bir yandan borazan
sesi, diğer yandan kapımda belinde havlu ile duran bir adam. İnanılır gibi
değil! Ne apartman! Bir an gözlerim adamın havlusundan kayıyor ve ayaklarına
doğru bakıyorum. Hayal mi gerçek mi
olduğunu anlayamadığım kostümün altına parlak mokasen ayakkabı giymiş. Düşünebiliyor
musunuz, köpüklü baş, belde havlu ve parlak siyah mokasen ayakkabı!… Bilmiyorum
şaşkınlığımın üzerinden ne kadar zaman geçmişti ama dudaklarımı zor toparlayıp
konuşabiliyorum:
"Tamam, beyefendi siz biraz öyle kalın, ben bakıp
geliyorum suya."
Banyoya giderken
Garip’i yatak odasına, çarşafını daha yeni değiştirdiğim yatağımın üzerine
hızlıca bırakıyorum. O da bir anlam veremiyordur mutlaka şu an bu olanlara ama
bu durumda nasıl davranılır, ne yapılır bilmiyorum ki…
Musluğa
uzanıyorum, su akıyor bizde. Banyodan kapıya dönüş yolunda bir an aklımdan,
acaba yalan söylesem mi diye geçiriyorum. Sular akmıyor mu desem. Ya akıyor
dersem de içeri girmek isterse. Yok artık! Olmaz diyorum ama eminde değilim. Bu
halde kapıma geldiyse onu da yapabilir. Borazan sesi hala devam, hem de hangi
notalara basıyorsa artık sanki giderek de artıyor…
Kapıya
geldiğimde artık çılgınlıkta son nokta ile karşılaşıyorum. Adamın elinde nerden
bulduğunu çözemediğim bir sigara ve ateşiniz var mı diye soruyor. Ben ya
rüyadayım ya da kamera şakası sanırım bütün bunlar…
Tam o anda yan
komşunun kapısı açılıyor ve Ayşe Teyze elinde bir tabakla çıkıveriyor. Beli
havlulu, elinde sigaralı adamın yanında durup;
"Az önce pişirdim aşureyi, taksim ettim kaselere,
soğumadan bir an evvel getireyim dedim." diyor.
Aman Allah’ım!
Bir bu eksikti. Gülsem mi ağlasam mı bilmiyorum. Son hız adamla kadını kapıda
bırakıp yatak odama doğru gidiyorum. Garip hala yatağın üzerinde manasız
gözlerle bana bakıyor. Dolabı açıp paltomu giyiyorum ve fırlıyorum odadan.
Ateşi nerden bulup yaktıysa ki mutlaka Ayşe Teyzedir müsebbibi, sigara dumanı
ve aşure kokularının arasından koşar adım geçiyor, borazan sesi eşliğinde
apartmandan dışarı atıyorum kendimi…
R. Atilla ELTUT
09.12.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder