25 Aralık 2015 Cuma

İKİ BAKIŞ AÇISI .3 - Sekizinci Kat


(Hüzün)
Bakışlarım halıya saplanıyor… Enine, boyuna, enine, boyuna… Onu nasıl da sıkıştırırdım, çok şişkosun, çok iri yarısın, kimse seni beğenmeyecek, rejim yap, diye… Etrafımda insan mırıltıları… Birileri İngilizce ders anlatıyor… İçeriden sinema sınıfının sesleri yükseliyor – benim dünyama o kadar uzak ki her şey, kulağımın dibinde bomba bile patlasa, bana uzak bir uğultu gibi gelecek.

Deri koltuklar ölüm siyahı… Ölümü güzelleştirmek ister gibi parlaklar; yukarıdan ölgün, beyaz, cansız bir ışık saçan soğuk floresanları yansıtıyorlar.

Asansör durdu. Sen biliyorum ki yukarılara çıktın meleğim benim. Hayat böyle işte…

Kapı numaralarına bakıyorum: 802, 803… Seni defnettiğim günü hatırladım: Mezarlıktaki görevli, senin adını söylemek yerine, defnedildiğin yerin numarasını söylemişti. Nasıl da içime işlemişti, ölümü kişiselleştirmekten bu kadar kaçınması… Ama bu kişisellikten uzaklık, her yere sinmiş: Etrafımdaki bütün şekiller geometrik, ama aralarında tek bir daire yok. Kareler, dikdörtgenler, hep köşeli, hep sert ve doksan derece açılı.

Üniversitenin logosu taç görünümlü; onun bile üst kısmı sivri sivri, sanki yüreğimi yaralayan milyonlarca diken veya iğne, bu logoda toplanmış.

Ama her şeyi, bütün acımı içimde gizlemek zorundayım, kapıların şu buzlu camlarının ardında gizler gibi… Tek, logonun silüetini gösteren cam saydam – işte o da, geceleri yapayalnız kaldığımda çektiğim acılara açılan tek pencere.

(Mutluluk)
Yerdeki kareli şekiller beni çocukluğuma götürdü – sek sek oynardık Ali’yle, tatlı sevgilimle… Halının desenleri gibi iç içe geçiyordu yüreklerimiz; nitekim harmanlana harmanlana birlikte büyüdük, yoğrulduk.

Aşkımız şu deri koltuklar gibi saf, gece karanlığı gibi gizemli, abanoz siyahıydı. Koltuğu okşuyorum. Serinliği içime, ruhuma merhem oluyor. Beni her zaman teskin ediyor – tıpkı senin dokunuşların gibi.
Arkada birileri ders yapıyor – çikolatadan, brownie’den söz ediyorlar – hayatın tam merkezine dair bir şeyler konuştukça onlar, içim kıpır kıpır!

Asansör iniyor, çıkıyor, salıncağa binmek gibi! Ali’yle salıncağa binerdik beraber – sonra aşkımız inişleriyle çıkışlarıyla gelişti. Asansöre binenler acaba farkındalar mı, hayat döngüsünün nasıl bir keyifli yüzünden yararlandıklarının?

Sana kavuştuğum güne kadar hayat, tıpkı şu buzlu camlar gibi, bir bulanıklık halinde yanımdan akıp gidiyordu. Derken sen beni, şu üniversitenin logosu gibi, taçlandırdın aşkınla. Her şey birden aydınlandı, netleşti, berraklaştı, camın buzları dağılıverdi. Tacı gururlar geçirdim başıma, kraliçeler gibi.

Artık kararlıyım hayata karşı, tıpkı şu kareler, dikdörtgenler gibi. Ne istediğimi, dünyadaki amacımı biliyorum. Oda numaralarına bakıyorum ve içim yeniden sevinçle doluyor: Her rakam, saya saya bitiremeyeceğim nimetlerin sayısını gösteriyor sanki.


                                                                                                                            Gölge
                                                                                                                       16.12.2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder