(Hüzün)
Bakışlarım halıya saplanıyor… Enine, boyuna, enine, boyuna…
Onu nasıl da sıkıştırırdım, çok şişkosun, çok iri yarısın, kimse seni
beğenmeyecek, rejim yap, diye… Etrafımda insan mırıltıları… Birileri İngilizce
ders anlatıyor… İçeriden sinema sınıfının sesleri yükseliyor – benim dünyama o
kadar uzak ki her şey, kulağımın dibinde bomba bile patlasa, bana uzak bir
uğultu gibi gelecek.
Deri koltuklar ölüm siyahı… Ölümü güzelleştirmek ister gibi
parlaklar; yukarıdan ölgün, beyaz, cansız bir ışık saçan soğuk floresanları
yansıtıyorlar.
Asansör durdu. Sen biliyorum ki yukarılara çıktın meleğim
benim. Hayat böyle işte…
Kapı numaralarına bakıyorum: 802, 803… Seni defnettiğim günü
hatırladım: Mezarlıktaki görevli, senin adını söylemek yerine, defnedildiğin
yerin numarasını söylemişti. Nasıl da içime işlemişti, ölümü
kişiselleştirmekten bu kadar kaçınması… Ama bu kişisellikten uzaklık, her yere
sinmiş: Etrafımdaki bütün şekiller geometrik, ama aralarında tek bir daire yok.
Kareler, dikdörtgenler, hep köşeli, hep sert ve doksan derece açılı.
Üniversitenin logosu taç görünümlü; onun bile üst kısmı
sivri sivri, sanki yüreğimi yaralayan milyonlarca diken veya iğne, bu logoda
toplanmış.
Ama her şeyi, bütün acımı içimde gizlemek zorundayım,
kapıların şu buzlu camlarının ardında gizler gibi… Tek, logonun silüetini
gösteren cam saydam – işte o da, geceleri yapayalnız kaldığımda çektiğim acılara
açılan tek pencere.
(Mutluluk)
Yerdeki kareli şekiller beni çocukluğuma götürdü – sek sek
oynardık Ali’yle, tatlı sevgilimle… Halının desenleri gibi iç içe geçiyordu
yüreklerimiz; nitekim harmanlana harmanlana birlikte büyüdük, yoğrulduk.
Aşkımız şu deri koltuklar gibi saf, gece karanlığı gibi gizemli,
abanoz siyahıydı. Koltuğu okşuyorum. Serinliği içime, ruhuma merhem oluyor.
Beni her zaman teskin ediyor – tıpkı senin dokunuşların gibi.
Arkada birileri ders yapıyor – çikolatadan, brownie’den söz
ediyorlar – hayatın tam merkezine dair bir şeyler konuştukça onlar, içim kıpır
kıpır!
Asansör iniyor, çıkıyor, salıncağa binmek gibi! Ali’yle
salıncağa binerdik beraber – sonra aşkımız inişleriyle çıkışlarıyla gelişti.
Asansöre binenler acaba farkındalar mı, hayat döngüsünün nasıl bir keyifli
yüzünden yararlandıklarının?
Sana kavuştuğum güne kadar hayat, tıpkı şu buzlu camlar
gibi, bir bulanıklık halinde yanımdan akıp gidiyordu. Derken sen beni, şu
üniversitenin logosu gibi, taçlandırdın aşkınla. Her şey birden aydınlandı,
netleşti, berraklaştı, camın buzları dağılıverdi. Tacı gururlar geçirdim
başıma, kraliçeler gibi.
Artık kararlıyım hayata karşı, tıpkı şu kareler,
dikdörtgenler gibi. Ne istediğimi, dünyadaki amacımı biliyorum. Oda
numaralarına bakıyorum ve içim yeniden sevinçle doluyor: Her rakam, saya saya
bitiremeyeceğim nimetlerin sayısını gösteriyor sanki.
Gölge
16.12.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder