"İki Bakış Açısı" serisinde; bulunulan mekan, hüzünlü ve mutlu olmak üzere iki farklı ruh haliyle anlatılmıştır.
----o----o----o----
(Hüzün)
Tarihi
yarımada; İstanbul silüetinin her daim sembolü... Sensizliğin, yalnızlığımın
yüzüme vurulduğu akşam saatleri... Hoş,
her saate sen soslu bir anlam yüklerim de, gelecek gecenin mi korkusudur nedir?
Bu saatler azar özlemin içimde.
Ayasofya bana tutsak bir kadını hatırlatıyor,
sessiz sessiz içine ağlayan. Dışındaki kızıl renk, ortak acımızın rengi. Onu
gören görmeyen civardaki bütün camiler; Sultan Ahmet, Eminönü, Süleymaniye,
Firuz Ağa Camileri sabah akşam Ayasofya’ya yarenlik ediyorlar da nafile! Eski
bir mahallenin eski bir sokağındaki kadim dost kadınlar gibiler. Gel gör ki;
gülmüyor yüzü, bastırdıkça acısını artıyor kızıllığı ve güzelliği. Sevdiği görüp
övmedikten sonra neye yarar!
Karaköy’den Eminönü’ne doğru giden tramvayların
çıkardıkları tek vuruşluk çan sesleri, senden bana veda gibi… Yine de kalbim
çarpıyor hangi durakta inecek diye meraktan. Sonunu bildiğim bir masal da olsa,
kaç kere de anlatsam kaç kere de dinleseniz; kehanet gerçekleşecek diye ödüm
kopuyor her defasında.
Karşımdaki dar uzun pencere, baktıkça daha da
daralıyor, uzuyor, seni göstermek istemiyor. Yanımdaki duvardan duvara geniş pencere de alay ediyor
benimle; “ Bak!” diyor, “Taaa karşı kıyıya kadar bak!…”
Karaköy’ün tarihi binalarını görüyorum; tam
karşımda, yaklaşan yeni yıl için sıcak sarı ışıklarla aydınlatılmış lüks bir
otel var. Hemen yanında da bilmem hangi tuzu kuru ülkeye satılmış ama yerli
adıyla arz-ı endam eden bir banka; girişindeki uzun taş merdivenlerde kibritçi
kız son kibritlerini yakıyor avunmak için.
(Mutluluk)
Sevdiğim İstanbul’un sevdiğim mekanları… Tarihi
yarımada, her ziyaretimde mest olur, bir daha bir daha severim seni ve
İstanbul’u. Seni mi daha çok? İstanbul’u mu? Bilmeden. Hele bir de bahar
sabahıysa, Çemberlitaş hamamına da gittiysem, üstüne az şekerli bir Türk
kahvesi, akşama da seninle buluşacaksam boğazda rakılı balıklı; değme keyfime “bin
kocadan arda kalan bitev-i bakire” bu şehirde.
Ayasofya, güzel bir bilge kadın gibi bakar
bana. Biraz da bilir farkını diğerlerinden, yanaklarındaki kızıl kaya rengi
allıktan bilir. Çevresindeki tüm o mağrur camiler de bilir bu farkı
kıskanırlar, bilmezden gelerek. Bir tek Süleymaniye ile ahbaplık eder o da.
Kafası kızdığında diğerlerini mahrum eder yüzlerce yıllık hikayelerinden.
Karaköy’den Eminönü'ne giden tramvaylar var ya! Geçerken tek vuruşluk teneffüs zili
çalarlar. O seslerin her biri senden bana gelir, cikletlerin içinden çıkan
fallar gibi her halükarda kavuşacağımızı müjdeleyen. Ağzım kulaklarıma varır,
içime sığamam. Martıların peşine takılırım karşı kıyıya kadar. Galata Kulesi
sen, Kız Kulesi ben olur; yıllarca seyre dalarım seni hiç bıkmadan.
Yelda UGAN
16.12.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder