"Nesneler" serisinde; masaya konulan oje, hesap makinesi, oyuncak kedi, makas, ağız maskesi, 3D gözlük ve kestane izlenilerek bir hikaye oluşturulmuştur.
Çocukken
farklı olmaktan korkardım. İnsanlardan farklı düşünmekten, farklı konuşmaktan,
farklı yollar seçmekten… Farklılık yanlış gelirdi hep. Sanki insanlar görünce
farklı yanlarımı, sevilmeyeceğimi ayıplanacağımı düşünürdüm. Kendime kızardım
zaten var olanla yetinmek yerine neden her şeyi sorguluyorum, değişmek
istiyorum diye. Belki de ailem, büyüdüğüm yer yüzünden böyle olmuştur kim
bilir. Çünkü benim memleketim gibi küçük şehirlerde her hareket bir ölçüte göre
belirlenirdi: “Başkaları ne der?” İnsanların beğenisine göre hazırlanan
televizyon şovları gibi biz de hayatlarımızı başkalarının beğeneceği şekilde
yaşarız. Dikkat çekmeden ama imrendirerek. Konuşma biçiminle, okuduğun
okullarla, tanıdığın insanlarla hatta yediğin yemeklerle bile başkalarının beğenisini
kazanmayı beklersin. İşte bu yüzden farklı olmaktan korkarsın. Herkes yapıyorsa
doğru olan, saygın olan odur çünkü.
Benim
durumum bu noktada farklılaşıyor sanırım. Küçüklüğümde korkularımla kendi
sesimi bulamasam da zamanla tabularımı tek tek yıkmayı başardım. Bunu ilk,
normal kız çocukları gibi evde oturup oyun oynamak yerine erkek çocuklarının
peşinden ağaç tepelerinde düşe kalka gezdiğim günler yaptım. Çünkü ben “kız kısmısı”
değildim ki uslu uslu oturayım.
“Kız
kısmısı dolaşmaz erkeklerin peşinde, üstü başı pislik içinde gezmez kız
kısmısı!”
Ben
geziyordum ama işte. Çünkü hayatın sokakta akıp gittiğini, bir yerinden
yakalamak gerektiğini anlamıştım daha o yaşlarda. O zaman çıkmıştım televizyon
şovunun içinden. Ne zaman ki hayata iki parmakla da olsa tutununca biraz daha
kendim gibi olduğumu fark ettim, işte o zaman taktım üç boyutlu gözlüklerimi
korkusuzca. Çünkü o zaman her şey rengârenkti. Sobadan çıkıp göğsünü yakan o
duman bile masmavi bir buluttu gökyüzünde süzülen. İnsanlar iki renkle
yaşayabilirdi belki, siyah ve beyaz. Ama ben gökkuşağını görmüştüm artık. Ne
gerek vardı tekrar görmek için sessizce yağmuru beklemeye. Gökkuşağı hayatın
içinde gizliydi ya zaten. Sadece insanların gözü bozuktu ve gözlüklerini
takmaya üşeniyor, korkuyorlardı.
Keşke
farklılıklara gözlerini yumup onları yok saymak yerine merakla baksalardı,
dinleselerdi. Belki o zaman anlatabilirdim, sokakta kahkaha atan küçük kızın
da, trafikte söylenen dolmuşçunun da, sevgilisiyle el ele yürüyen delikanlının da
birer gökkuşağı olduğunu. Onların özünde yoldan çıkmış, utanç kaynağı biri
olmasaydım yapabilirdim belki. Ama gökkuşağını hiç görmemiş birine tarifini
vermek zordur. Bir yerden sonra bezdirir insanı. Benim de sonum bu oldu; pes
etmek.
Şimdi ise
haritada işaretli olan yolların dışında ilerliyorum tek başıma. Kendi haritamı
yazıyorum. Yolda karşılaştığım yolcular oluyor elbet ama bir dönemeçte kaybolup
gidiyor onlar da. Sakın yanlış anlaşılmasın pişman değilim asla. Çünkü
inanıyorum ki Yeni Dünya’yı keşfeden denizciler gibi ben de kendi yeni dünyamı,
ait olduğum yeri bulacağım bir gün. Şimdilik bana düşen ise üç boyutlu
gözlüklerimi düzeltip, yol boyunca şahit olduğum filmlerin keyfini çıkarmak…
Nurdan FATOĞLU
17.02.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder