2 Mart 2016 Çarşamba

METAFOR 2.3 - Mutfak


O sabah gözümü açtığımda etraf hala karanlıktı. Gecenin karanlığı gibi değil; farklı bir karanlık, sanki üzerimde siyah bir örtü vardı da ondan göremiyordum. Dışarıdan gelen seslere göre çoktan sabah olmuştu. Mutfaktan tanıdığım ne kadar kap kacak varsa bir aradaydık, kaba alelade bir çuvalın içinde, siyah bir çuval. Herkes kahvaltı masasında olması gerekirken neden burada olduğunu soruyordu birbirine. Telaş ve korku içindeydik. Bir süre sonra hepimiz bağırmaya başladık. Düzenli olarak bir şeye, duvar gibi bir şeye çarpıyorduk, her çarpmada çığlıklarımız daha da artıyordu. Ses dayanılır gibi değildi.

“Üç gün oldu mu?” diye sordu aramızdan biri yorgun bir sesle, oldu herhalde dedim, ya da bize üç gün gibi geldi.  Yaşlı bilge çini mavisi çaydanlığın davudi sesiyle hepimiz kıpırdandık. “Arkadaşlar daha düne kadar her şeyin yolunda gittiği, huzur içindeki hayatlarımızı yaşar, işlerimizi yaparken bugün nerde olduğumuzu bile bilmiyoruz. Eski güvenli hayatlarımıza, sıcak mutfağımıza dönebilmemiz için haklarımızı bilmeli, harekete geçmeliyiz. Bize bir açıklama yapmak, bilgi vermek zorundalar.”  Hepimiz bilge çaydanlığı alkışladık, avazımız çıktığı kadar bağırıp onu desteklediğimizi söyledik.  Evet açıklama istiyorduk, bu belirsiz korku dolu durumdan kurtulmak, evimize mutfağımıza dönmek istiyorduk. Bağırdıkça, sesimiz çıktıkça daha az korkmaya, rahatlamaya başladık.

Karanlığa iyice alışmıştı gözlerimiz.  Bilge çaydanlıkla göz göze geldik bir an, gülümsedi bana. Ben çok şanslıydım; yaşlı bilge çini çaydanlığın demlediği çayları süzdüm yıllarca. Sahip işimiz bitip de hepimizi yıkayıp temizledikten sonra rafa kaldırırdı yan yana, tüm çay takımını. Beni de çaydanlığın kulpuna takardı.

El ayak çekilince başlardı yaşlı bilge çini çaydanlık anlatmaya; her gece bir hikaye dinlerdik. Binbir Gece’den, Andersen’den masallar anlatırdı. Bazı geceler de dünyayı dolaşırdık dinlediğimiz hikayelerle; Yunan Tanrılarıyla İda dağlarına çıkar, Meksika masallarıyla Maya uygarlığına gider, ordan Hindistan’a Afrika’ya uzanır, sonra taa dünyanın çatısına, kuzey kutbuna gider, Eskimolarla ateşin başında oturur, onların çocuklarının dinlediği masalları dinlerdik beraber. Ne güzel günlerdi.

Mutfağın diğer ucunda olanlar için üzülürdüm, duyamazlardı bizi. Hele porselen takımı, çok değerli oldukları için özel bir dolapta saklardı onları sahip, ve özel günlerde çıkarlardı sadece o dolaptan. Salondaki büyük masaya gitmeden önce mutfak masasına dizilir son bir kontrolden geçerlerdi. Hiçbirimizle ilgilenmezler sadece kendi aralarında konuşurlardı. Tek bildikleri nasıl itaat edileceğiydi. Birbirlerine anlatacak hikayeleri yoktu.

                                                                                                          Yelda UGAN
                                                                                                            24.02.2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder