Bakışları dikiz aynasında buluştu. Neredeyse
yarım saattir yoldaydılar ama birbirlerine dikkat etmemişlerdi. Kadın taksiye
biner binmez sadece iki kelime söylemişti, “Hareme lütfen.“ ve ondan sonrası
sessiz bir yolculuktu, o ana kadar…
Erkek hep yaptığı gibi yolu kontrol etmek
için dikiz aynasından arkaya bakıyordu ki, ilk kez o an gözleri birleşti. Kadın
çekmedi gözlerini, erkek kısa aralıklarla çekti sonra yeniden baktı. Ne kadar
bir süre böyle gittiler, ikisi de fark etmedi.
Kadın ara ara gözlerine takılan gözlere
bakarak dudaklarını oynatmadan anlatmaya başladı. “Terk edildim, evet evet 3
yılın ardından terk edildim. Oysa ne umutlarla gelmiştim peşinden İstanbul’a…
Doğup büyüdüğüm şehrimi, arkadaşlarımı, ailemi bırakıp elini tutmuş, yeni bir
hayata koşmuştum. İlk başlarda güzeldi her şey. Boğazı göremese de, biraz
yürüyüşle denize ulaşılabilen bir semtte yeni bir ev, altı ayın sonunda çok
sevdiğim reklamcılık alanında bulduğum işle başlayan hareketli bir yaşam. Hepsi
ile ardı ardına buluşmuştum.”
Erkek yine baktı dikiz aynasına ve yine göz
göze geldiler. Başladı anlatmaya erkek; “Zor gerçekten taksicilik yaparak
geçinmeye çalışmak, hayata tutunmak, mutlu olmak… Her milletten onlarca insanla,
sarmal olan günlerin içinde şehrin bir ucundan bilmem hangi ucuna gidip gelmek.
Bitmeyen trafik çilesine bir de kendi hayat örgüsünü sarmak. Gün bitip de evde
umutla yolumu gözleyen Ahmet’e ve Zeynep’e elimde oyuncaklarla gitmek için
saatleri saymak. Ya bir de o oyuncakları alacak kadar kazanamamışsam, işte o
zaman saatleri geriye sarmak. Delisini mi ararsın akıllısını mı, sarhoşunu mu
yoksa çenesi düşmüşünü mü, her ne dersen o şekilde insanlarla geçen saatlerin
ardından sığınacağım tek limana, Esra’mın gözlerine varmak…”
Kadın yeniden yakaladı erkeğin gözlerini. “Ama
çabuk geçti o cicim ayları. Ansızın bakıverdik ki ayrı dünyaların insanları
oluvermişiz. Evet evet, şimdi sen bana anlamamış gibi bakıyorsun ama inan öyle.
Aniden, birdenbire kendi hayatlarımızın içinde kaybolduğumuzu fark ettik. O
kendi dünyasına daldı, ben kendi iş dünyama. Konuşamaz, bakışamaz, paylaşamaz
olduk. Akşam olup da baş başa kaldığımızdaki sessizliğimize, üzerimize çöken günün
yorgunluğundandır dedik, o bahaneye sığındık bir süre. En çok da o sığındı
belki bilemiyorum. Ben umudumu taze tuttum, geçse de birbirinin aynısı günler.
Fark edecek ve yeniden bakacaktı gözlerime. Çünkü ben, fark etmiştim onu ihmal
edişlerimi…”
Erkek gözlerini yola kaçırarak da olsa, “Esra’m,
çilekeş Esra’m.” dedi. “Evlendik ve ardı ardına iki çocukla birlikte ona
çizilen hayat. Evin odaları arasında koşuşturmaca, mutfakta bitmeyen öğünlere
yemek yetiştirme telaşları, belki bir an çocuklar uyurken binamızın altındaki
markete inebilme mutluluğu… Ona böyle bir hayat vermek istemedim ki ben. Esra’mın
akşamları koltuğa yığılmış halde bana bakışlarını, taksicilikten ne kazanırımda
değiştirebilirim ki…”
Kadın bir an yola baktı, hareme gelmek
üzereydiler, sonra bir kez daha dikiz aynasına baktı ve göz göze idiler
yeniden. “Ama o en kolayını seçti, bir gün karşıma geçti ve ben gidiyorum dedi.
Sadece ben gidiyorum… Koca bir sessizliğin ardında kapanan kapının sesi ile
kala kalmıştım. Sevmiştim, gelmiştim peşinden ve işte ödülümü almıştım.”
Hareme gelmişlerdi. Adam yavaşça sağa
yanaştı durdu, dikiz aynasından baktı, göz göze geldiler. Adam, “Üzülmeyin.”
dedi. “Belki biraz sonra bineceğiniz otobüs sizi yeni bir umuda götürecek, yeni
pencereler açılacak etrafınızda. Hayat belki de böyle bir şey işte…”
Kadın dikiz aynasından gözlerini ayırmadan, “Eşin
ve çocukların var, akşamları sığındığın gözlerin var.” dedi. “Bakarsın bir gün
her şey farklı olur ama içinde huzurun olmaz. Boş ver düşünme bunları, sadece
evine varmayı düşün. Hayat belki de böyle bir şey işte…”
Kadın indi, taksi hareket etti, erkek dikiz
aynasından baktı, kadın hala ona bakıyordu…
16.03.2016
Atilla ELTUT
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder