25 Mart 2016 Cuma

DENEME .1 - Keşke Dediğimiz Bir Şeyler Vardır Mutlaka

Yıllar öncesinde lise çağlarımda belki on belki yirmi saniye süren o anı ve o andan öğrendiklerimle bugünlere yürüyüşümü, baba oluşumu, birçok defalar anlatmışımdır çocuklarıma…

O zamanın gençliğinin çok da özgür olmayan günlerinde, ailemden gizli gittiğim bir bilardo salonunda, ağzımda sigara ve duman altı bir ortamda, elimde ıstaka ile toplara vurma telaşında iken, bir anda salonun kapısının açılması ve içeri giren babamla göz göze geldiğimiz on ya da yirmi saniye… Bir ömre değecek, bir çocuğu yıllar sonra baba yapacak on ya da yirmi saniye…
 
Babam içeri girip beni o halde görünce olduğu yerde durdu, çok kısa bir an bana baktı ve hiçbir şey söylemeden, tutup kolumdan dışarı çıkartmadan ya da kızıp bağırmadan geriye döndü ve salondan çıkıp gitti. Akşam olup eve gittiğimde de hiçbir şey söylemedi. Sessizce odama gidip yattığımı hatırlıyorum, sabah neler olacak acaba diye düşünerek. Oysa sabah da konuşmadı, ta ki ben ona gidip sorana kadar…
  
İşte o anı, babamın gözlerini ve geriye dönüp gidişini hiç unutmadım. Çok sonra anladım ki, onlarca cümlenin, bağırıp kızmanın yapamayacağını yapmıştı bana birkaç saniyelik bakışı ve sessizce gidişi ile…
    
Hani hayatımıza değen insanlardan bazılarını ayrı bir yere koyarız ya bazen, işte babam da benim için öyleydi. Arkadaşımdı, omzunda maça gittiğimdi, 35 yıl öncesinde bir küçük şehirde birlikte bira içtiğim, evde kardeşimle birlikte dudaklarında sevgi dolu minik bir gülümseme ile okey oynadığımdı… An gelip de gözleri ya da bir hareketi ile ne yapmamı istediğini anladığım, baba olduğunu hissettiğimdi…

Uzunca birlikte olamadım onunla, önce mühendis olup uzak şehirlere gidişim ardından erken yaşta aramızdan ayrılışı, engel oldu bize. İşte benim de keşkem,  gözleriyle bana baba olmayı öğreten adamla geçiremediğim zamanlar… Üzerinden eksik olmayan İstanbul Beyefendisi gömleği ve kravatının ardına değen gıdısına dokunamadığım zamanlar… Ona sevgimi daha çok söyleyemediğim zamanlar…

Ama biliyorum ki o gökyüzünde bir yerlerden bana bakıyor ve benim çocuklarıma baba oluşumla gurur duyuyor…


                                                                                       Atilla ELTUT
                                                                                                           23.03.2016

22 Mart 2016 Salı

DİKİZ AYNASI .1 - Dikiz Aynasında Gözler...


Bakışları dikiz aynasında buluştu. Neredeyse yarım saattir yoldaydılar ama birbirlerine dikkat etmemişlerdi. Kadın taksiye biner binmez sadece iki kelime söylemişti, “Hareme lütfen.“ ve ondan sonrası sessiz bir yolculuktu, o ana kadar…

Erkek hep yaptığı gibi yolu kontrol etmek için dikiz aynasından arkaya bakıyordu ki, ilk kez o an gözleri birleşti. Kadın çekmedi gözlerini, erkek kısa aralıklarla çekti sonra yeniden baktı. Ne kadar bir süre böyle gittiler, ikisi de fark etmedi.

Kadın ara ara gözlerine takılan gözlere bakarak dudaklarını oynatmadan anlatmaya başladı. “Terk edildim, evet evet 3 yılın ardından terk edildim. Oysa ne umutlarla gelmiştim peşinden İstanbul’a… Doğup büyüdüğüm şehrimi, arkadaşlarımı, ailemi bırakıp elini tutmuş, yeni bir hayata koşmuştum. İlk başlarda güzeldi her şey. Boğazı göremese de, biraz yürüyüşle denize ulaşılabilen bir semtte yeni bir ev, altı ayın sonunda çok sevdiğim reklamcılık alanında bulduğum işle başlayan hareketli bir yaşam. Hepsi ile ardı ardına buluşmuştum.”

Erkek yine baktı dikiz aynasına ve yine göz göze geldiler. Başladı anlatmaya erkek; “Zor gerçekten taksicilik yaparak geçinmeye çalışmak, hayata tutunmak, mutlu olmak… Her milletten onlarca insanla, sarmal olan günlerin içinde şehrin bir ucundan bilmem hangi ucuna gidip gelmek. Bitmeyen trafik çilesine bir de kendi hayat örgüsünü sarmak. Gün bitip de evde umutla yolumu gözleyen Ahmet’e ve Zeynep’e elimde oyuncaklarla gitmek için saatleri saymak. Ya bir de o oyuncakları alacak kadar kazanamamışsam, işte o zaman saatleri geriye sarmak. Delisini mi ararsın akıllısını mı, sarhoşunu mu yoksa çenesi düşmüşünü mü, her ne dersen o şekilde insanlarla geçen saatlerin ardından sığınacağım tek limana, Esra’mın gözlerine varmak…”

Kadın yeniden yakaladı erkeğin gözlerini. “Ama çabuk geçti o cicim ayları. Ansızın bakıverdik ki ayrı dünyaların insanları oluvermişiz. Evet evet, şimdi sen bana anlamamış gibi bakıyorsun ama inan öyle. Aniden, birdenbire kendi hayatlarımızın içinde kaybolduğumuzu fark ettik. O kendi dünyasına daldı, ben kendi iş dünyama. Konuşamaz, bakışamaz, paylaşamaz olduk. Akşam olup da baş başa kaldığımızdaki sessizliğimize, üzerimize çöken günün yorgunluğundandır dedik, o bahaneye sığındık bir süre. En çok da o sığındı belki bilemiyorum. Ben umudumu taze tuttum, geçse de birbirinin aynısı günler. Fark edecek ve yeniden bakacaktı gözlerime. Çünkü ben, fark etmiştim onu ihmal edişlerimi…”

Erkek gözlerini yola kaçırarak da olsa, “Esra’m, çilekeş Esra’m.” dedi. “Evlendik ve ardı ardına iki çocukla birlikte ona çizilen hayat. Evin odaları arasında koşuşturmaca, mutfakta bitmeyen öğünlere yemek yetiştirme telaşları, belki bir an çocuklar uyurken binamızın altındaki markete inebilme mutluluğu… Ona böyle bir hayat vermek istemedim ki ben. Esra’mın akşamları koltuğa yığılmış halde bana bakışlarını, taksicilikten ne kazanırımda değiştirebilirim ki…”   

Kadın bir an yola baktı, hareme gelmek üzereydiler, sonra bir kez daha dikiz aynasına baktı ve göz göze idiler yeniden. “Ama o en kolayını seçti, bir gün karşıma geçti ve ben gidiyorum dedi. Sadece ben gidiyorum… Koca bir sessizliğin ardında kapanan kapının sesi ile kala kalmıştım. Sevmiştim, gelmiştim peşinden ve işte ödülümü almıştım.”

Hareme gelmişlerdi. Adam yavaşça sağa yanaştı durdu, dikiz aynasından baktı, göz göze geldiler. Adam, “Üzülmeyin.” dedi. “Belki biraz sonra bineceğiniz otobüs sizi yeni bir umuda götürecek, yeni pencereler açılacak etrafınızda. Hayat belki de böyle bir şey işte…”
   
Kadın dikiz aynasından gözlerini ayırmadan, “Eşin ve çocukların var, akşamları sığındığın gözlerin var.” dedi. “Bakarsın bir gün her şey farklı olur ama içinde huzurun olmaz. Boş ver düşünme bunları, sadece evine varmayı düşün. Hayat belki de böyle bir şey işte…”
   
Kadın indi, taksi hareket etti, erkek dikiz aynasından baktı, kadın hala ona bakıyordu…


                                                                                        16.03.2016
                                                                                      Atilla ELTUT

8 Mart 2016 Salı

ÖZELLİK .1 - Zehra


"Özellik" serisinde kişinin sahip olduğu olumlu özelliklerin ve cinsiyetinin zıttının anlatıldığı yazılara yer verilmiştir. 

“Neşeli
Samimi
Dürüst
Sorumluluk sahibi
Sevecen
Yardımsever

Herkes beni böyle bilir ama; “ konu başlığı altında yazılmıştır. 


Herkes beni neşeli biri olarak bilir ama aslında gülen yüzümün ardında duran yorgunluğumu, yılların bana yüklediği yüklerin altında ezilmelerimi, yalnız başıma onca zorluğa meydan okuyarak ayakta kalışlarımı saklayan bir maskem olduğunu kimseler çözemedi bugüne kadar, çözememeliydiler de zaten…

Benim var olabilmem için bütün içimi saklamam, maskemi takıp neşeli yüzümle insanların karşısında olmam gerekliydi. Gerçekten gerekli miydi diye çok defalar sordum da kendime, ama böyle bir yol seçmiştim ve artık geri dönemezdim… Belki de çevreme gülücükler dağıtırken içimdeki bene de güç vermeye çalışıyorum kim bilir… 

Ya beni herkesin kendine yakın bulması, dürüstlüğüme güvenmesi, samimiyetime inanmasına ne demeliyim? İnandırıyorum evet, evet belki bakışlarımla, belki mimiklerimle, belki seçtiğim kelimeler kullandığım cümlelerle, belki giysilerim ve makyajımla onlara sunuyorum bunu… Bana güvenebilirsiniz, samimiyetime inanabilirsiniz diyorum. Oysaki bir tiyatro sahnesinde, başrol oyuncusu gibi hikâyesini kendi yazdığım rolü oynuyorum sadece… İçimde birçok insana karşı samimiyetin, güvenin gramı yok. Bulunduğum iş dünyasında gerçek yüzümü gösteremem, öylesine çevrilmişim ki hayatta kalma hendekleri ile, gerçek ben olamam hiçbir zaman. 

Aslında çok zor olmadığın biri gibi davranmak, hem de bunu sürekli yapmak. Ama benim için böyle değil, benim için çok doğal bir şey bu. Yemek yemek, yürümek gibi sıradan, kolay yapılası şeyler. Bu duyguya nasıl vardım, nasıl böyle biri oldum, bunu sadece ardımda bıraktığım onca yıl yanıtlayabilir.   


Bazen aynanın karşısında saçlarımı uzun uzun tararken buluyorum kendimi. Gülmüyorum o anlarda, yalanlar söylemiyorum kimselere, makyajsızım… Ellerim saçlarımın arasında dolaşırken, unutmak istemediğim şeyi tekrarlıyorum, Zehra Zehra Zehra… 

                                                                                                             
                                                                                                            02.03.2016
                                                                                                            Atilla ELTUT

2 Mart 2016 Çarşamba

METAFOR 2.3 - Mutfak


O sabah gözümü açtığımda etraf hala karanlıktı. Gecenin karanlığı gibi değil; farklı bir karanlık, sanki üzerimde siyah bir örtü vardı da ondan göremiyordum. Dışarıdan gelen seslere göre çoktan sabah olmuştu. Mutfaktan tanıdığım ne kadar kap kacak varsa bir aradaydık, kaba alelade bir çuvalın içinde, siyah bir çuval. Herkes kahvaltı masasında olması gerekirken neden burada olduğunu soruyordu birbirine. Telaş ve korku içindeydik. Bir süre sonra hepimiz bağırmaya başladık. Düzenli olarak bir şeye, duvar gibi bir şeye çarpıyorduk, her çarpmada çığlıklarımız daha da artıyordu. Ses dayanılır gibi değildi.

“Üç gün oldu mu?” diye sordu aramızdan biri yorgun bir sesle, oldu herhalde dedim, ya da bize üç gün gibi geldi.  Yaşlı bilge çini mavisi çaydanlığın davudi sesiyle hepimiz kıpırdandık. “Arkadaşlar daha düne kadar her şeyin yolunda gittiği, huzur içindeki hayatlarımızı yaşar, işlerimizi yaparken bugün nerde olduğumuzu bile bilmiyoruz. Eski güvenli hayatlarımıza, sıcak mutfağımıza dönebilmemiz için haklarımızı bilmeli, harekete geçmeliyiz. Bize bir açıklama yapmak, bilgi vermek zorundalar.”  Hepimiz bilge çaydanlığı alkışladık, avazımız çıktığı kadar bağırıp onu desteklediğimizi söyledik.  Evet açıklama istiyorduk, bu belirsiz korku dolu durumdan kurtulmak, evimize mutfağımıza dönmek istiyorduk. Bağırdıkça, sesimiz çıktıkça daha az korkmaya, rahatlamaya başladık.

Karanlığa iyice alışmıştı gözlerimiz.  Bilge çaydanlıkla göz göze geldik bir an, gülümsedi bana. Ben çok şanslıydım; yaşlı bilge çini çaydanlığın demlediği çayları süzdüm yıllarca. Sahip işimiz bitip de hepimizi yıkayıp temizledikten sonra rafa kaldırırdı yan yana, tüm çay takımını. Beni de çaydanlığın kulpuna takardı.

El ayak çekilince başlardı yaşlı bilge çini çaydanlık anlatmaya; her gece bir hikaye dinlerdik. Binbir Gece’den, Andersen’den masallar anlatırdı. Bazı geceler de dünyayı dolaşırdık dinlediğimiz hikayelerle; Yunan Tanrılarıyla İda dağlarına çıkar, Meksika masallarıyla Maya uygarlığına gider, ordan Hindistan’a Afrika’ya uzanır, sonra taa dünyanın çatısına, kuzey kutbuna gider, Eskimolarla ateşin başında oturur, onların çocuklarının dinlediği masalları dinlerdik beraber. Ne güzel günlerdi.

Mutfağın diğer ucunda olanlar için üzülürdüm, duyamazlardı bizi. Hele porselen takımı, çok değerli oldukları için özel bir dolapta saklardı onları sahip, ve özel günlerde çıkarlardı sadece o dolaptan. Salondaki büyük masaya gitmeden önce mutfak masasına dizilir son bir kontrolden geçerlerdi. Hiçbirimizle ilgilenmezler sadece kendi aralarında konuşurlardı. Tek bildikleri nasıl itaat edileceğiydi. Birbirlerine anlatacak hikayeleri yoktu.

                                                                                                          Yelda UGAN
                                                                                                            24.02.2016

1 Mart 2016 Salı

METAFOR 1.4 - Boş Otobüs


Kapısı gıcırdayarak açılan bir otobüs bu. Yeni olanların hiçbirinde gıcırdamaz kapılar. Üstelik kapının açıldığına dair tek bir uyarısı yok. Yanında durana çarpsa da umursamıyor, zorluyor açılmak için. İnmek isteyen kaç kişi telef oldu kimbilir.

Koltukları eksik, inenlerin bazıları bir koltuk söküp götürmüş yanlarında. Taşıdıkları ağırlığa katlanamayınca da bir çöp konteynırının yanına atıvermişler tertemiz, yepyeni koltukları.

Ön taraftaki kalmış birkaç koltuk kir, pas içinde. Hepsinde ayrı bir desen. Bunlara oturanlar yanlarında götürecek kadar önemsememişler yerlerini belli ki.

En öndeki, en kirli olan koltuğa dokunuyorum usulca. Titriyor otobüs, o eski tıs sesini duyuyorum.

En arkaya ilerliyorum elimi çekip. En arkadaki koltuklar tertemiz. Bu otobüse ait değiller, belli. Yepyeni hepsinin döşemeleri. Tek bir leke yok üstlerinde. Dokunuyorum korkarak. Bir çiçek kokusu kaplıyor otobüsteki puslu havanın üzerini. Usulca gülümsediklerini hissediyorum koltukların. Kir pastan görünmeyen camlara çizilmiş çiçek desenlerini fark ediyorum.

Yine de yıpranmış bir otobüs bu. Kimsenin binmek istemeyeceği türden. Binenlere ise açıyor en güzel çiçeklerini düşünmeden.

                                                                                                                       Dünya
                                                                                                                   24.02.2016